Bu konuda söyleyecek çok şeyim varmış. Okuyana rahatlık olsun diye bölüm bölüm paylaşmak daha iyi olacak gibi geldi. Buyrunuz ilk bölüm:
Tanıyanlar zaten biliyor, tanımayanlar için de önceki yazıda festivallere olan düşkünlüğümü anlatmıştım. Bu seyahat bir dünya turu halini almadan önce, “gider 1 ay tatil yaparım bir yerlerde, sonra da dönerim” diye düşünüyordum. Bu arada da bildiğim tüm büyük müzik festivalleri ve diğer geleneksel festivallerin (Rio Karnavalı, Mardi Gras, vb) tarihlerini çıkarmıştım. Aslında mümkün olsa tamamen bunlara göre planlama yapmaya niyetliydim de pek uymadı. Ama Coachella tam da benim tarihlerime denk geliyordu. Bunun üzerine, daha Güney Amerika planları yaparken bile programıma dahil etmiştim.
Tabi ben bu planlamalara başladığımda ön satış zamanı çoktan geçmişti. Onun için de ikinci el sitelere başvurmak durumunda kaldım. Önce bakındım nerede kalırım diye, uygun fiyatlı kalacak yer ayarlama konusunda da geç kaldığımı farkettim. Sonra aslında esas deneyimin, kamp alanında kalmak olduğunu düşünerek “Car Camping” biletlerinden almaya karar verdim.
Bileti ikinci el ve bir de garanti veren bir siteden alınca, net söyleyeyim, canım yandı. Değidi mi derseniz değdi.
Car Camping şöyle işliyor: Sana araba genişliğinde ama uzunluğu hemen hemen 2 araba boyuna denk gelen bir alan veriyorlar. Arabayı parkedip arkasına ister bir çadır ister bir tente ile kamp alanını oluşturuyorsun, istemezsen de hiç bir şey kurmuyorsun tabi. Sonrasında, ister arabanın içinde, ister üstünde, altında, ister arkasına kurduğun çadırda kalabiliyorsun. Bileklikleri alırken 1 adet Car Camping bileti almak yeterli. Sonra festival bilekliği olan herhangi biri seninle kalabiliyor. İstersen bir arabada 10 kişi uyu becerebiliyorsan, kimse sana karışmıyor.
Ne kadar mantıklı di mi? Festival alanında kalma tecrübesi Rock n Coke ile sınırlı olan ben, daha gitmeden, mantık dahilinde koyulmuş bu kuralları okuyunca çok memnun olmuştum. Ama tabi ona rağmen, yine RnC tecrübelerim sebebiyle savaşa hazırlanır gibi de hazırlandım. Çünkü bir pazar sabahı, içi 75 dereceye ulaşmış çadırda uyanıp “kamp alanında hiç su kalmadı, içecek su dahi yok” ile karşılaşmışlığımı bilirim.
Bu festival, katılım çok fazla oluyor diye iki hafta sonunda yapılıyor ve her iki hafta sonunda da birebir aynı program var. Biletler satışa çıktıktan sonraki ilk 1 saat içerisinde 198.000 (yazıyla yüzdoksansekizbin) bilet tükeniyor, bitiyor yani bilet, kalmıyor… 1 saat içinde. Sonra ikinci el sitelerden bir kısım bilet bulunabiliyor, tabi bu da bir sektör haline gelmiş haliyle.
Bu demek oluyor ki, birinci hafta sonuna 100 bin kişi katılıyor. 2013’teki son Rock n Coke’ta rekor kırılmış ve 60 bin kişi gitmişti. Eğer o sonuncusuna katıldıysanız, oradan bir gözünüzün önüne getirmeye çalışın, Coachella bunun 1.5 katından fazla. En son 2011’de gittiyseniz, o zaman da 45 bin kişi katılmış, 2 katından fazla. Bunları yazıyorum, çünkü bundan sonra yazacaklarımı ve muhtemelen Coachella’nın dünyanın en çok talep gören ikinci festivali haline gelmesinin sebebini bence böylece çok daha iyi anlayabilirsiniz.
Festival alanı, park ve kamp alanları dahil 2500 (600 acres) dönüm üzerine kurulu! Sadece festival alanını söylemek gerekirse 315 (78 acres) dönüm. Yanlışım varsa düzeltin diye yanlarına parantez içerisinde Amerikanca ölçülerini de yazdım çünkü hayli inanılmaz rakamlar. Yürürken farketmemek mümkün değil zaten ama kağıt üzerinde beklediğimden de fazlaymış. Yine Rock n Coke ile karşılaştıracak olursak, son festival için bile kullanılan alan 130 dönümmüş - ki Hazarfen’de toplam 400 dönüm alan varken neden acaba diye düşünmeden geçemiyor insan.
Ben festivale gitmek için orta boy bir SUV kiralamıştım. Hesabım, koltukları yatırır arkayı yatak haline getirir içinde kalırım, çadır olayına hiç girmem şeklindeydi. Arabayı teslim almaya gittiğimde, ellerinde benim istediğim araçtan olmadığı için, beni bir Grand Cherokee’ye ücretsiz olarak yükselttiler. Böylece benim minik yatak oldu size 5 yıldızlı otel. Tabi keyfim bayağı bir yerine geldi.
Alana varınca, Car Camping girişinden girip, arabaların içinin arandığı yerde sıramı aldım. Açıkçası öyle kayda değer bir süre beklemedim. Bekleme alanının yanına bir çok tuvalet kabini koymuşlar. İnsanlar yoldan geldiği için ve orada da bir bekleme süresi olduğu için gayet akıllıca bir hareket. Biraz arabada oturdum, bir tuvalete gittim, zaten sıra bana geldi.
Arabanın içini arayan çocuk şimdiye kadar gördükleri arasında festival için en uygun hazırlanmış arabanın benimki olduğunu söyledi ve teşekkür edip, “insanların neler getirdiğini bir görseniz” dedi… “ne sandın” diyecektim de İngilizceye çevirince biraz anlamsız olacaktı :)
Alana girdim, bir de bana parkedeceğim yerin gösterilmesi için bekledim. İşin bu kısmı biraz daha sıkıcıydı ama o da yarım saatten fazla sürmedi.
Gittim yerime kuruldum. Daha doğrusu benimkine daha çok park etmek denir çünkü tek başıma ve dev gibi bir Jeep içerisinde olduğum için pek de bir şeye ihtiyacım yoktu. Diğer grupları ise görmeniz gerek, çok ciddi bir kamp alanı kuruyorlar kendilerine. Bazıları bir kaç araba gelip yan yana veya önlü arkalı yerlere yerleşip koskoca bir tente ile bayağı bir köy meydanı oluşturuyorlar nerdeyse… ve gerçekten çok eğleniyorlar.
Biraz bunun da etkisiyle galiba, ilk gün hafif depresiftim diyebilirim. Kaç gündür yakınlarımla beraberdim ve bu festivalle beraber artık yalnız devam edeceğim bir seyahate başlıyordum. Her ne kadar tek başıma tatil yapmayı seven biriysem de aynı zamanda insan da seven briyim ve 3 ay tek başına olmak için kısa bir süre değil.
Fakat akşam kamp alanına geri döndükten sonra arabanın içini biraz düzenledim, yatak için güzel bir alan hazırladım, yanımda pirinç ışıklar vardı, onları yakıp ön pencereye koydum ki gece karanlığında arabamı daha kolay bulayım, sabah güneş girmesin diye öne bir kumaş parçası, arkaya bir branda taktım, kısacası “evimi” kurdum. Yatmadan önce de kafa ışığımı yakıp biraz kitap okudum.
Sabah kalktığımda her şey gözüme çok güzel gözüküyordu ve akşam Guns n’ Roses izleyecek olmanın heyecanı vardı. İkinci günden itibaren çok keyif aldığım bir yer halini aldı Coachella.